Hikayesi Olan Yarışma(cı)lar
Nuri S. GÜRVARDAR
Dünya üzerindeki milyonlarca insan gibi cep telefonumda Facebook sayfamı kurcalıyorum. Parmağımın bir hareketiyle sayfa aşağıya doğru kayıyor. Tatil fotoğrafları, yemek masası resimleri, politik mesajlar, komik videolar… Sonra bir anda duruyorum. Facebook’un akıllı algoritması benim zevklerim hakkında çoktan bir fikre sahip olduğundan bana bir video öneriyor. Bizdeki “Yetenek Sizsiniz” yarışmasının Amerikan versiyonu olan “America’s Got Talent” programından yaklaşık dört dakikalık bir görüntü. Facebook’un papatya falına uyup, videoyu izlemeye başlıyorum. Henüz 14 yaşında bir şarkıcı olan Benicio Bryant sahneyi kelimenin tam anlamıyla sallıyor. Nefis bir ses ve gerçekten bu sese uyan harika bir parça ile bütün salonu, jüri dâhil, ayağa kaldırıyor. Ama benim beynim, başka türlü çalıştığından olsa gerek, genç yetenekten ziyade yarışma programının formatına takılmış vaziyetteyim.
Görüntülerde önce yarışmacı ile tanışıyoruz. Adını ve yaşını ve ailesinde bu yeteneğe sahip başka kimsenin bulunmadığını öğreniyoruz. İkinci sahnede kendisi yaşlarda yarışmacı bir kızla olan sempatik diyaloğunu izliyoruz. İki gencin yarışma heyecanını nasıl paylaştıklarına şahit oluyoruz. Sonraki sahnede kızın performansını, sahne arkasından heyecanla arkadaşını izleyen Benicio’yu ve jürinin (özellikle Simon Cowell) acımasız eleştirileriyle kızı elemesini hüzünlü gözlerle takip ediyoruz. Sonra Benicio ve annesinin Simon Cowell hakkındaki yorumları geliyor ekrana. Ve en nihayetinde Benicio’nun müthiş performansı!
America’s Got Talent yarışmasının kurgu masasında kim çalışıyor bilmiyorum ama çok ciddi bir hikâye anlatıcısı olduğuna Facebook hesabım üzerine bahse girebilirim (Brian Burke’ün çok emeği olduğu kesin!). Yaklaşık dört dakika gibi bir süre içerisinde izleyiciyi ciddi bir yolculuğa çıkarmayı harika bir şekilde başarıyor. Bunu yaparken sizinle hiç tanımadığınız birisini tanıştırıyor, onu yavaşça bir kahraman haline getiriyor, onun dünyasına girmenizi, acılarını, hayal kırıklıklarını yaşamanızı ve nihayetinde onun başarılarıyla gurur duymanızı sağlıyor. Bu sağlam bir hikâye değil de, nedir?
Bu format ve program hakkında daha pek çok şey yazılabilir ama ben uzatmadan başka bir örnekle devam etmek istiyorum. Sizlere Türk televizyon tarihinin en yetenekli yapımcısı kim diye sorsam, büyük bir çoğunluk cevap olarak aynı ismi verir: Acun Ilıcalı. Şimdi biraz da Sayın Ilıcalı’nın bu başarısının ardında yatan yetenekten bahsedelim.
Acun Ilıcalı’nın hayat hikâyesi oldukça ilginç ve her insanınki gibi iniş çıkışlarla dolu. Ben asıl konumuzdan uzaklaşmamak adına bu kısmı es geçiyor ve Ilıcalı’yı fenomen haline getiren ve izleyiciyi ekrana kilitleyen yarışmayı hatırlatmak istiyorum: “Var mısın, Yok musun?”
Türk televizyon izleyicisi bu yarışmayla tanıştığında tarih 5 Haziran 2006. O dönemde 35 ülkede yayınlanan “Deal or No Deal” isimli yarışma, Türkiye’de ilk olarak Kanal D ekranlarında seyirci ile buluşuyor. Sunuculuğunu bir başka saygın isim, Halit Ergenç yapıyor. Ne hikmetse yaklaşık bir sene sonra, 10 Eylül 2007’de Show TV’de “Var mısın, Yok musun?” adıyla yeniden başlıyor. Bu kez sunucu koltuğunda Acun Ilıcalı var. Üç sezon süren yarışma o dönemin en fazla izlenen yapımlarından oluyor. Nasıl olmasın? Acun Ilıcalı sadece bir yarışma programı sunmuyor, her bölümde sıradan kahramanlar vasıtasıyla hayatlarımıza dokunuyor. “Hikâyesi” olan yarışmacılar kısa sürede evimizden, ailemizden biri olup çıkıyor. Evren, Merve, Gizem, Hakan, Metin… Şimdi kulağa sadece birer isim olarak geliyor (pop kültürün cilvesi) ama o dönem öylesine popülerler ki insanlar sadece onları görebilmek için yayın akşamları çerez tabaklarını kapıp erkenden ekranın karşısına kuruluyor. “Maviş kız” para kazanırsa seviniyor, hiperaktif Aydın kaybedince sanki kendisi kaybetmiş gibi üzülüyor.
Acun Ilıcalı televizyon ekranlarına getirdiği bu yeni soluğu daha sonraki programlarında da başarıyla kullanıyor. Survivor, O Ses Türkiye, Yetenek Sizsiniz… Yarışmacı her birinde yarışmanın önüne geçiyor. Yetenek veya şans, hikâye ile birleşiyor. O kadar “bizden” oluyorlar ki, bir süre sonra izleyenler “Turabici” veya “Merveci” kesiliyor.
Brian Burke tarihin bir döneminde Acun Ilıcalı ile tanıştı mı bilemeyiz ama her ikisinin de çok iyi birer hikâye tasarlayıcısı olduğunun altını çizmek gerekiyor. America’s Got Talent veya Survivor gibi yarışma programların arka planında muazzam bir emek ve iş gücü var. Hikâyenin tasarımı yarışmacıların seçimi esnasında başlıyor ama sezon sonuna kadar devam etmiyor. Bir yerden sonra yarışmacı, yani kahramanımız, kendi hikâyesini kendisi anlatmaya başlıyor. Çok dayanıklı, çok yetenekli veya çok şanslı olması da gerekmiyor. İzleyici empati kurduğu yarışmacıyı finale yakın bir yere kadar taşıyabiliyor. Önceki yazılarımda iyi bir hikâyenin insanları birleştirdiğinden bahsetmiştim. Burada da iyi bir hikâye, binlerce sms (ve yüklüce reklam geliri) olabiliyor. İşin ironik tarafı ise, bu yarışmaların bir hikâyeyi odağına alan dizi ve filmlerin pek çoğundan daha fazla reyting alması.
Ben Acun Ilıcalı’nın hikâyelerin gücüne inanan ve bu gücü iş zekâsı ile harmanlayarak paraya çeviren bir girişimci olduğunu düşünüyorum. İş yaşamında hikâye anlatıcılığının dünya üzerinde 2000’li yıllarda itibar kazanmaya başladığını düşünürsek, zamanlamasının da mükemmel olduğunu söylemek mümkün.
Eğer hâlâ hikâyelere inanmıyorsanız, bir kez daha düşünün. Bu gün Olimpiyat Oyunlarından, Başkanlık seçimlerine kadar akla gelebilecek hemen her alanda hikâyeler tasarlanıyor ve anlatılıyor. İnsanın olduğu her yerde ve her zaman bu durum devam edecek gibi görünüyor. Dinleyici pozisyonundan, anlatıcılığa geçmek ise sadece sizin elinizde. İyi bir hikâye ve sahneye doğru cesaretle atılmış birkaç adımdan daha fazlası gerekmiyor.
Kuleli Akademi’nin etkinliklerinden haberdar olmak için bültenimize abone olabilirsiniz.
Gereksiz e-posta göndermeyiz. Bilgilerinizi üçüncü kişi ve kuruluşlara pazarlamayız.
Son yorumlar